2 Ocak 2013 Çarşamba
Çözülmeyen Çay Üreticisinin Sorunları
Çayın ilk menşeyi Çin'de bulunmuştur. Kısadan değinelim.
Çin Hükümdarlığındaki sarayın ileti gelen memurlarından biri, yüzünü saran sivilcive çıbanları sebebiyle, artık hükümdarlık sarayında bulunma ihtimali kalmamıştı. Bu sebebpten dolayı, dağlara çekilmeye karar verdi. Aç kaldığında çayın filizlerini yemeye başladı. Yediği çay filizleri sayesinde yüzündeki çıbanlar siliniyor ve bunu görenler saraya haber veriyor. Bu sayede bu kişi saraya geri dönüyor. Böylece yediği bitkiyi yani çayı sarayın etrafına diktirdi. İlk zamanlar bu çay bitkisi tapınak olarak, sonraki yıllarda ise ilaç olarak kullanıldı.
Günümüzde, bir çok ülkenin ikram eder olduğu, bu içecek tanin, kafein, teofilin gibi kimyasal maddelerinden oluşan ayrıca da gayet güzel tadı olan bir içecektir.
Aynı enlem üzerinde bulunan ve nem oranı yüksek olan Rize, Artvin'de bu bitki yetişmektedir. Bu bitkinin bu yörelerde yeşermesi için uğraşan, büyük devlet adamı İsmet Paşa'ya ve Zhni Derin'e rahmetler olsun.
Rize'nin yaşam kaynağı, yiyeceği, içeceği, giyeceği, 40 bini aşkın çalışan memur, emekliliği hakeetmiş 100 binlerce işçi, bu dev kurumu 1 Haziran 2006 ve 26215 sayılı özelleştirmenin, ortadan kalkmadıkça bizim yaşam ana unsurları devamlı kör düğüm kalacak. Çaykur Genel müdürlüğü ilave tedbirlerle kapasitenin arttırılacağını tv lerde beyan etti. Benim ise kilo kontejyanım 1 kilo artmadı. Sezon açıldı 2. gün kontejyan 15 kilo üçüncü gün 10 kilo kontejyan, hani nerede kontejyan artışı. Böyle paylatif artışlarla 100 binlerce üreticinin sorunları çözülmez. Çaykur genel müdürlüğü kontejyanınız kadar çay alacağım diyor. Tamam ilk bakışta güzel belki de, bir laf söylenmez. Meramcılara göre bir bana sor bakalım sakıncalarını anlatalım. 4412 kilo kontejyanım vardı. 22 günde 2708 kilo çayımı ancak satabildim. Benim ruhsatsız çay tarlam yok.10 ton civarında hasat yapmaktayız.4412 çayı satmak için, 50 gün, tatil günleri de içindedir. Bekliyorum tarlada ama en sonunda yapraklar siyahlaşıp, sapları da kıpkrımızı odun haline geliyor.
Hani kaliteli çay yapılacaktı. Bilmeyenler inanır fakar bilenler bu duruma güler geçer.
Oysa ki biliyor musunuz? Çay ülkeleri parmakla sayılacak kadar azdır. Çay üreten ülkelerden en üst kalite ihtiva eden ülkenin çayı asam çayıdır. Oysa ki bu çaydan da üstün çay Rize çayıdır. Damak tadı eşsizdir.
Çay üretmek için bir araya getirmen gereken 4 tane faktör vardır. Bunları yapmazsan kaliteli çay üretemessin. Çay sezonu ilan edildiği an eldeki mamülün 15 gün içerisinde elden çıkması gerekir
1- Eğer soldurma evsafı yetersiz olursa çay acı ve bulanık olur.
2- Fermantasyonu eksik ya da fazla yaparsan çaydaki aroma kokusu yetersiz olur, istenilen kokuya ulaşamazsın.
3- Kıvırma eksik yapılmamalı.
4- Fırınlama 90-95 fahrenaytı geçmemeli.
Kaliteyi yakalayabilirsen, öyle güzel bir çay imal edersin ki üç beş bardak çay içersin. Hatta şekere ihtiyaç duymazsın. Ağızdaki tad kolay kolay kalkmaz.
Gelelim çözüme. Eğer 1000 tonluk ek kapasite çay alınırsa, 1000 kişilik istihdam oluşur. İş ve aş kapısı açılır. İnsanlara imkanlar doğar. Özel sektör 70 kuruşa çayın kilosunu alıyor. Piyasaya çayı 10 liraya bize satmakta ama tüccarlara 8 liradan vermekte. Bunun adı vahşi kapitalizm. Eğer yeni fabrikalarla alım 10 bin tona çıkarsa, özel sektör peşin almaya zorlanır. üretici de bundan yararlanır.
Özel sektör 1-2 sene sonra ödeme yaparım dayatması yapamaz. Kalite tarlada başlar imalatta biter. Çay sezoununun uzaması yüzünden kurum bundan zarar görmektedir. Eğer bu yukarı da söylenen şeyler uygulanırsa ihracat kolaylaşır,
Ülkeye kaçak sokulan çay miktarının 150 bin ton olduğu ileri sürülmekte, devletinse bu kaçağı önelemesi gerektiği herkesin malumudur. Kaçak çayları ceplerine sokup getirmiyor ki bu insanlar, koskoca tırlarla getiriliyor.
Çay fabrikasından başka kuruluşu olmayan Rize, işi, aşı, yemesi, içmesi yegane aracıdır. Eğer çay üretimini özel sektöre aktarırlarsa, vay Rize'linin, vay Artvin'linin haline, bu üretim kesinlikle Türk iktisadi hayatının içinde kalmalıdır.
Vasfi Nebioğlu Tel: 0464 715 1691
Araştırmacı-Yazar Cep: 0538 855 6746
1 Ocak 2013 Salı
Türkiye'nin Ulusal Belgesi, Lozan ve yenilikleri
Türkiye'nin tabusu Lozan'dır. Eğer Lozan antlaşması yapılmasaydı şimdi Kıbrıs gibi bir ülke olurduk.Büyük başarı sağlayıp, bu antlaşmayı yapan, o günkü devlet adamları ve delegasyonumuzu, rahmetle anıyoruz. Ne kadar cesur ve o kadar da kararlı insanlardı.
Rusya delegasyonu destek vermeseydi Türkiye yaya kalırdı.
Ulusallık kadar, Osmanlı devleti tarafından verilmiş kapitülasyonlarda önemliydi. Kamu iktisadi kaynaklarımız, yabancı devletlerin elindeydi.Devleti borçlandırmamız sebebiyle, kamu imtiyaz şirketleri de ellerindeydi.
1856 yılında gerçekleşen Paris kongresinde, demiryolu, rıhtım, tramvay, tünel, elektrik, telefon, havagazı, özel girişimler kurarak madencilik, bankacılıkta uygulanan kapitülasyonları kaldırmaya söz verdiler. Ama sonraki
dönemlerde buna hiç yanaşmadılkefereler. Şimdi geçmişimize bakıyoruz ki büyük mücadelemiz netincelendi Lozan bayramımızla. Ve dış güçlere verilmiş her şeyi geri aldık. Başka bir deyişle, 1882 yılında başlayan sömürü Lozan antlaşmasıyla son buldu. Emparyalistlerin sömürüsüne son verdik. Dış sermaye özlemini çekenler, sus pus oldu, çıtlarını çıkaramadı. Gene de olaylardan ders almayan ve kendi çıkarlarını savunmak isteyen bir grup, emellerine gizli gizli devam ettiler.
Büyük mücadelelerle kapitülasyonu söküp atan ülkemiz, yabancı sermayeye özlemi duyan kişiler tarafından, özelleştirme ile yabancı sermayenin gelmesinin önemli olduğunu söyleyip durdular. Ve herkesin kulağına fısıldadılar. Toplumunda kültür alt yapısı tam oluşmadığından, bu fısıldayışlar büyük merhaneler kat ederek ülkeyi tekrar emparyalistlerin kucağına attılar. Neydi Lozan ki ülkeyi buradan kurtaran bir BAYRAM. Tarihin belki de en büyük antlaşması.
Sonuç olarak iktisadi kaynaklarımız tekrardan o emperyalist güçlerin eline geçmiştir. Özetle dillendirmek gerekirse. Madenlerimizi aldılar. Sigorta şirketlerimizi aldılar. Deniz nakliyesini aldılar. Bankaları ellerine aldılar. Büyük kuruluşlar; tüpraş, rafineler, şeker fabrikaları, velhasili Lozan'da kazandığımız iktisadi zaferi yerle bir ederek telekom gibi bir çok kuruluşu bitirme noktasına getirdiler. 1942'de İsmet Paşa'nın Mecliste yaptığı konuşma bu öfkeyi dile getirmiştir. "Şuursuz bir ticaret davası haklı sebepleri çok aşan toplumun soygun belası vatanımızı ızdırap içinde bulunduruyor. Acı ile hatırlamalıyız ki bulanık zamanı bir daha eline geçmez fırsat sayan, elinden gelse teneffüz ettiğimiz havayı ticaret metaryali yapmaya yeltenen gözü doymaz, vurguncu çıkar çevreleri hangi milletin belli olmayan büyük milletin bütün hayatına küstah bir suretle kontak koymaya çalışmaktadır. Üç beş yüz kişiyi geçmeyen bu insanlara karşı elbet Türk milleti uyanacaktır ve anlayacaktır ki, şimdi ki hükümet demiryolu ve ziraat bankası özelleştirmesi için yan yün gitmeye başladı.
Ey ülkemizin aydınları, ey ülkemizin entellektüelleri, ey ülkemizin bilim adamları, akademisyenler, bu toplumun öncüleri, sesinizi yükseltin, ortak bildiriler yayınlayın. Deklarasyonları yayınlayın. Ülkenin kurtuluşu, seslerimizi yükselmesiyle olacaktır. Aklı selime görev düşmektedir sesimizi duyurabildiğimiz kadar.
Lozan'la dış güçleri ülkemizden attık ama özelleştirme adıyla yeniden yerleştiler ülkemize.
Vasfi NEBİOĞLU
Araştırmacı- yazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)