18 Ocak 2009 Pazar

DEVLETİN ELİ ATILMAMIŞ TURİZM POTANSİYELİ

Doğu Karadeniz’in doğusunda yatan turizm potansiyeli. Bu bölgeye devletin eli atılırsa, belki de dünyanın en eşsiz turizm bölgelerinden birisi olacaktır…

Denizin mavisiyle doğanın yeşilinin kucaklaştığı Karadeniz’in incisi, harikalar diyarı bu coğrafyanın turizm cennetine dönüştürülmesi, ancak devletin el atması ile hayatiyet kazanacaktır.

Neler var bu bölgede?
Dağcılık:
Doğanın bahşettiği 3000 metreyi aşan Altıparmak Dağları’na mı, Verçenik’e mi, yoksa daha düşük rakımlı dağlara mı… her dağcının arzu ve zevkine hitap eden aktiviteler.

Kayak merkalıları için bulunmaz bir bölge:
Doğanın harikası olarak yağan karlar. Uzmanların diliyle, “kayak yapmak için bulunmaz kalitedeki dağlar üstündeki karlar”.

Bu karların kalınlığı 10-15 mt.den aşağı değildir ve temmuz ayı dahil 9 ay dağların sırtındadırlar. Avrupa’nın meşhur kayak bölgesi olan Alpler’de, keyifli kayak yapılabilmesi için kamyonlarla karları taşıyarak kayak pistlerine serilmekte. Oysa ki Doğu Karadeniz’de bu tip çalışmalara gerek yoktur.

Gelelim kayak pistlerine. Pistlerin boyu bir kilometreden onbeş kilometreye kadar değişmekte.. her kayakçının hayali. VARMI DÜNYADA EŞİ.

Avrupa’dan gelen kayak meraklılar ne yaptılar, bu bölgelere helikopterlerle ulaşıp, kayakçıları zirvede bırakarak, takriben beş kilometre uzunluğundaki pist boyunca kayan kayakçıları bitiş noktasında bekleyip, gelen kayakçıları tekrar yeni kayış için zirveye taşımak sureti ile gün boyu kayak keyfi sürmelerini sağladılar. Sadece bu örnek bile, Doğu Karadeniz yamaçlarının kayak meraklıları için eşi benzeri bulunmayan bir bölge olduğunu kanıtlamaktadır.

Meraklı avcılar:
Anlatmaya hangi avdan başlasak… Altıparmak Dağı’nın eteklerinde oluşmuş olan krater göllerinde bulunan kocaman alabalıklar. Baık tutmak isteyen balık meraklılarından belli bir bedel alarak- tutabilenden daha fazla, tutamayandan daha az- bacasız fabrika çalıştırılmaya başlanabilir.

Termal turizm:
Çamlıhemşin’de bulunan bir çok derde deva olduğu bilinen 55 derecelik termal suyu ile Ayder kaplıcaları. Pırıl pırıl Fırtıına Deresi, yemyeşil doğası, Ayder’in yüksek kalitedeki balı, restoranlarda servis edilen yöresel muhlaması, havası suyu… daha neler neler.

Kaynak pınar suları :
Her taşın dibinden çıkan billur pınar suları. Ama nasıl su? Hem buz gibi, hem billur, hem berrak. İçildiğinde serum etkisi yaratır.Ne kadar çok yemek yenirse yensin, üstüne bu pınar sularından içildi mi,yenen yemek bir saat içinde sorunsuz hazmedilir. Yine yemek yemek ister insanın canı hemen peşinden. Hastaları tedavi eden yöre.

El değmemiş, beklemedeki termal kaynak suları:
Ayder yaylasının kuzey doğusunda, Fırtına Deresi’nin doğu kolu olan, Zgem Deresi’nde sıcak kaynak suyu akmaktadır. Kış aylarında karlı zamanlarda bu kaynak su, buhar olarak açığa çıkmaktadır.
Devletin yetkili kurumlarına defaatla yapılan müracaatlar hiç dikkate alınmamıştır. Yol yok. Yolu yapacak olan devlet, suyu yeryüzüne çıkaracak olan devlet, başkası değil. Petrol az ama, turizm bu yörelerde petrolden daha kıymetli. Dünya çapında turizm cenneti olabilecek bir yöre.Bu hakikate durup bakmaktan başka imkanımız yok. Devletimizi bu yöreye davet ediyoruz, el atsın bu güzel yöreye, cennet diyarı yapsın.

Peki neler yapılmalı?
Dört mevsimi bir arada yaşama imkanını bu doğa bahşetmiş bize. Ardeşen balıkçı barınağı barınaklıktan çıkmıştır. Eksi 13 metre derinliği ihtiva etmekte. Bunun yanında baseni yani barınak göl alanı her türlü rüzgara kapalı dır ve Hopa, Trabzon,Giresun limanlarından daha büyüktür. Ne kadar büyük hava yapsa da deniz, liman içinde slogan dalgası oluşmamaktadır. Bu bakımdan gemiler için aranan kriterleri sağlamaktadır.

Ardeşen limanına 10-15bin gros tonluk turizm gemileri yanaşabilmeli, inşaatı askıda kalan 250 metrelik yanaşma rıhtımı D.L.H tarafından tamamlanmalı. Böylece uluslararası literatüre geçmeli. Bu şartlar sağlandığı takdirde, denizlerin süsü beyazı mavisi yeşili ile gemiler turizm cenneti olan yöremize kendiliğinden gelecektir. Bakanlıklar bu yöreye el atmalı, ikinci Antalya’yı Doğu Karadeniz’de yaratmalı. Yabancılara el açmak yerine, alt yapıyı tamamlayarak, dünya devletlerinin paralarını, TURİZM YOLUYLA ÜLKMİZE AKTARMALIYIZ…

Vasfi NEBİOĞLU
Araştırmacı- yazar

DEMOKASİ LAFTADIR

Her siyasi parti yetkilisi demokrasiden söz eder, Vatandaşa demokrasi der.
Peki demokrasi nedir?
Demokrasi insanların yaşam biçimi, arzu edilen nesnedir.
Biraz sorgulayalım bizdeki demokrasiyi;

Demokrasiyi siyasi idare şekillendirir. Devletin düsturu olarak herkesin baş tacı olur , korunması da vatandaşın boynunun borcudur.

Adli zabıta kurulmadıkça, yargının işleri yüzde yüz tamamdır denemez. Yargının sağ kolu ve alt yapısı zabıtadır. Bu adli zabıtayı siyasi irade oluşturacak ve devletin uyguladığı bir bilim haline gelecektir. Peki bu sistem nasıl oluşacak? Hukuk fakültesinden, siyasal bilgiler fakültesinden ve polis akademisinden mezun olanlar ilk memuriyet yerleri olarak adli zabıtaya tayin edilecekler. Bu görevi sürdüren memurlar, ince eleyip sık dokurken, elek üstünde kalanları tespit edip, adli makamlara tevhid etmeli. Haklı ve haksızı ayırt etmeli, bu sayede de yargıda da demokrasiyi sağlamalı. Başarılı adli zabıta mensuplarının liyakat ölçülerine göre terfileri yapılıp hakimliğe, C. savcılığına, emniyet komiserliğine ve giderek devletin üst memurluklarına kademeli olarak layık oldukları makamlara yolları açık olmalı. Bu demokrasinin icaplarındandır.

Şimdi soruyorum;

1. Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma, sağından solundan biraz kırpılan memur muhakematın işleyiş şekli itibari ile, memurun suçlu zanlısı olması halinde 3-4 yılda yargı önüne çıkarılır. Ancak zaman aşımından dava sonuçlanmaz. Dosyalar mahkemeden kaldırılır. Geçen zaman içinde eriyen evraklar arşive indiriliyorsa veya imha için kağıt fabrikasına gönderiliyorsa, bu şartlarda işleyen yargı sistemine bir düzetlme yapılmıyorsa, “bu demokrasinin icabıdır” diyebilir miyiz.

2. Cumhuriyet Savcısı ihbar alıp devreye girmedikçe suç zanlısını mahkemeye intikal ettirebilir miyiz.

3.Hamiline çekler nama yazılmadıkça, vurguncular hortumculara, dolaylı yoldan da talancılara imkanlar tanıyorsa, ulusal kaynakları ihale yolu ile yandaşlara bölüştürüyorsa ve bu durum yargıya intikal etmiyorsa, bu işleyişe “demokrasi” diyebilir miyiz.

4. Devlet malına zarar veren dolambaçlı yollar takip edip, nev-i şahsına münhasır menfaat sağlayarak ceplerini dolduranlar için açılan davalarda 5 yıl zaman aşımına uğrayan davalarda suş dosyası ortadan kalkar, “bu da demokrasinin icabıdır” diyebilir miyiz.

5. Bu fırsat bir daha elegeçmez, ne yaparsam yanıma kar kalır diye değerlendiren devletin görevlileri, geriye doğru 5 yıl önceki malvarlığı ile bugünkü mal varlığı arasındaki normla gelirle edinilemeyecek büyüklükte farkları tespit edip, çıkan farka istinaden haksız kazançelde etmek suçu ile cezai müeyyide uygulayıp, ortadaki fark miktarı hazineye intikal ettirilmiyorsa, biz buna “demokrasi” diyebilir miyiz.

6. Millete karşı değil de, sadece genel başkana karşı sorumlu bırakılan milletin vekillerinin olduğu bir sisteme, “demokrasi böyledir” diyebilir miyiz.

7. Millet vekilliği, belediye başkanlığı, il meclisi üyeliği gibi her nevi parti içi seçim söz konusu olduğunda, aday olacak isimlerin parti genel merkezi tarafından belirlenmesi nasıl bir demokrasidir.

8. Seçmen değil, “MÜHÜRCÜ VATANDAŞ” bugün oy veren bizler. Mührü basmaya gitmeyenler para cezası ile cezalandırılıyorsa, buna nasıl demokrasi diyebiliriz.

9.Millet vekili dokunulmazlığı sadece “kürsü dokunulmazlığı” ile sınırlanmadıkça, kişi düşündüğünü, kimseye hakaret etmeden, rahatça yazıp çizmekten korku duydukça, demokrasiden nasıl söz edebiliriz.

Yargının önü açılmayıp, tam bağımsız hale gelmedikçe yargının yapabileceği de bu kadarla sınırlı olur.

Demokrasi hukukla politikayla, siyasetle içiçedir.
Dileriz bir gün varırız bu yaşam biçimine.

Vasfi NEBİOĞLU
Araştırmacı- yazar

Ulusal iktisadi seferberlik için neler yapmalı?

Her geçen gün bir önceki güne karşı biraz daha kötü. Buna neden iç ve dış borçların faizlerle katlanması.
Biz vatandaşlar, yarın ne büyük ekonomik sıkıntıya düşeceğimizi farketmemekteyiz. Diğer bir deyimle "ne devlet umurumuzda ne millet"
iktidar ne kadar başarısız olursa, karşı partili taraftarlar o kadar sevinirler. Sanki bu ülke bizim değil...
Halbuki hava güneşli ise hepimz ısınırız. eğer hava yağmurlu ise şemsiyemiz olsa dahi yine de ıslanırız.
Partili olma hastalığı sardı ülkemizi baştan başa. Halbüki seçmenin partisi yoktur. Eğer ilçede ilde parti başkanı belediye başkanı ve milletvekili seçilme arzusu varsa partili olma hakkı doğmuştur.
Eğer hiçbiri olma imkanı yoksa kişileri yani adayı tercih etmeli.
Siyasi parti genel başkanları veryansın dedi mi kara yandaşı da kapkara. Kim kazançlı çıkacak bu karalamadan? halkımız mı? Hayır! Siyasi bezirganlar. Yani kar ve zararını çok ince hesap eden1950 yılından bu yana 39 hükümet geldi, 39 kişi geldi geçti. her iktidarı muhalefet hep karaladı ama çözümleri hiç sergilemediler. yalnız biz iktidar olursak yurdun her köşesi gül ve gülistan olacak dediler. Böylece inandı çaresiz vatandaş. halbuki gül de yok gülistan da.. Ne var? Lafoloji ile demogoji... Enkaz devraldım edebiyatı.. Bunun bir benzeri "ateş topunu kucağımızda bulduk" deyimleri ile karşılandık.
Kahveleri, lokantaları hatta camileri bile ayırttırdılar. Karlı çıkanlar iktidar sahipleri zarar görense halkımız.
Günü birlik yapılan politikalarla geldi oturdu karşımıza iç borç ve dış borç..günümüzde 502 milyar dolar. bir ay sonra katlanıp 508 milyara oturacak. Ne yapmalı bu borçları durdurmak için?
Ey bu ülkenin aydınları! Ey bu ülkenin entellektüelleri! Ey bu ülkenin akademisyenleri! Ulusumuzun beyinleri "nemelazım" banane diyecek kişiler değilsiniz... Bilgi ışıklarıyla aydınlatılmış, gönülleri ateş dolu heyecanlı kişileri istikamet verecek birer güç, ulusal vicdanı ateşleyecek, ulusumuzu irşat edecek bir cevhersiniz.Artık TV en büyük bilgi aktarma aracı. Kişinin aklına, gözüne, kulağına ulaşabilmek için sihirli kutunun imkanlarını kullanmalısınız.
Birçok kahramanlık çeşitleri vardır. Asıl kahramanlık kendi vatanının kalkınması, kendi ulusunun mutluluğu gelişmesi ilerlemesi için çalışmaktır. Bu görevden kaçamazsınız!
Halkımız cahildir söz saz anlamıyor dememelisiniz. tabiki iktisat iliminde 2x2 eşittir dört değildir. Piyasa arz talep dengesiyle oluşan birçok alternatifleri olan bir bilim dalıdır. Bu vatan hepimizin. Refah da hepimizin.
aydınlar entellektüeller ülkmizin bilim adamları! Ülkemiz altından kalkamayacağı kadar büyük bir borç altında. Kurtulmanın yollarını arayın.. Bizleri aydınlatınız. Konferanslar paneller Tvde açık oturumlar düzenleyiniz. Ülkenin kalkınması için projeler üretiniz. Ey iktidar sahipleri! Araştırma ve geliştirmeye bütçeden en az %2 pay ayırınız. Bilim adamlarına imkan tanıyın, ellerini kollarını bağlamayınız.. Ülkenin kurtuluşu bilim adamlarına verilecek imkanlara bağlıdır. İmkanlar bilim adamları ve mucitler yaratır. İmkan verilmezse ders veren hoca olarak devletten maaş alan biri olur.
İktidarları karalamakta bir yere varılmadığı 1950 yılından beri 39 iktidar geldi geçtihep muhalefet karaladı. ama ülkenin kalkınması için projeler geliştirmediler. Ne şiş yansın ne kebap, günü birlik politikalarla günümüze kadar geldiler. Politika Türkiyemizde akide şekerine benzer, bir ağzına attın mı ne atabilirsin ne yutabilirsin emer durursun...
Sonu olarak, ekonomide neler önerip, ülke bütünlüğünde neeri tartışıp çıkış yollarını milletin bütünüyşe araştırmalı, çözümler bulmalı...
1930 yılında almanyada geçerlilik kazanan bir sloganın Türkiyemiz için de geçerliliği vardır. " TÜRKLERİN TÜRKLERDEN BAŞKA DOSTU YOKTUR..."
Vasfi Nebioğlu
Araştırmacı yazar

Soran çok alan yok...

İki büyük şehir, bir küçük şehir dolaştım, alış yapan ticaret erbabına sordum; “alışveriş nasıl gidiyor”, “önceki yıllar mı iyi, şimdi mi iyi” diye. “Beyim nerede önceki yıllar, o günleri arıyoruz, siftahzıs gün kapatıyoruz, ticarethanemizi kapatacak duruma geldik, soran çok alan yok” idi aldığım cevaplar.

Gerçekten piyasalar kötü, para sirkülasyonu durdu. Neden durmasın ki, işsizlik had safhada, kuruluşları işleten yabancı şirketler işçileri döktüler, kendilerince bir sistem yürütüyorlar. Yabancının derdine mi seni “yarın ne yiyeceğim” endişesinin sarmış olması. Vatandaşımızda satınalma gücü kalmadı. Açlık sınırı 332 YTL. Bu parayı bulabilenler de azınlıkta malesef.

Hiç parasız kaldınız mı? Hiç açlık çektiniz mi? Tok açın halinden anlamaz.

Nüfus artışımız %2.5, işsizimizin sayısı 11 milyon, kalkınma hızımız %4 olsun. Cumhuriyetin birikimi kuruluşları haraç mezat sattılar. Kaç yılda kapatacağız bu işsizliği? Aylak kitlelere nasıl iş sağlayacağız?

Bizi yönetenlere sorduğunuzda, “bal gibi satarım” diyorlar. Kime satıyorsun, emperyalistlere; yani bizi işgal eden yabancılara.

Limanı sat, bankayı sat, telekomu sat, tekeli sat, tüpraşı petkimi sat...sat babam sat.

Atatürk bir Anadolu gezisinde gördüğü çocukların bacaklarının eğriliğini farkedince sağlık bakanına bunun nedenini soruyor. Bakan hemen cevap veriyor, “paşam yetersiz şeker alımından” diye. Atatürk de hemen bir şeker fabrikası kurulum çalışmalarını başlatıyor ve Alpullu Şeker Fabrikası kurulmuş oluyor. Bu şekilde Atatürk binlerce insana iş ve aş teknesi açıyor. Bugünkü yönetim ne yapıyor, talimat alıyor bir ağadan, bu kıymetli fabrikaları birer birer satıyor. 500 bin ton şeker ithal ettiler, 8 milyon üretici uzaktan baktı.. karlı çıkan sermaye sahipleri. İthal şekerden doldurdular ceplerini kasalarını, kasaları da alamadı, koştular yabancılara satılan bankalara.

Bu satılan yer ve işletmelerden elde ettikleri 25milyar doları, banka transferleri ile ülkelerine taşıdırlar. Biz ise KUMDA OYNAYALIM, SEYREDELİM KAÇIP GİDEN DOLARLARI.

Resmi kuruluşların bir köşesinde çerçeve yapılmış duruyor.. Nedir bu? Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi. İster alıp da okuyalım, ister asılı olduğu yerde okuyalım, bir bakalım. Ata’nın gençliğe hitabesinde bahsettiği konular bugün oluşmuş mudur oluşmakta mıdır.

Oluşmakta ise, aklıselim susmakta mı yoksa en azından mırıldanmakta mı, nerede?
Sözüm ona atatürkçü geçinen siyasi partiler, Ata’nın arkasına gizlenip nara atanlar... yalancı pehlivan olmayın. Her beyanat üç dakika içinde yurdumuzun her köşesinde bomba gibi patlıyor. Nerdesiniz bilim adamları,nerdesiniz entellektüeller, nerdesiniz yazarlar, nerdesiniz atatürkçü geçinenler.

OLİGARŞİ SARDI ÜLKEMİZİ BAŞTAN BAŞA. Neden siyasi partilerin üstten seçilmiş başkanları demokrasi diyorsunuz da, parti içi demokrasiden bahsetmiyorsunuz. Edemezsiniz çünkü “koltuk başkasının eline geçer ve hiç olurum” korkusu yaşamaktasınız.

Padişahlar, tahtlarına göz koyanların varlığını hissetti mi, bir emirname ile bu şüphelilerin kellelerini vurdururdu, iş biter, tehdit unsuru ortadan kalkardı. Şimdilerde ise, genel başkanlık koltuğunda gözü olanlar halihazırda genel başkan olanlar tarafından tespit edildi mi, bu şüphe veren isim hemen haysiyet divanına sevkedilir, orda da “ihracı vacip görülmüştür” denerek parti dışı bırakılır. Belki de çok yararlı olacak kişileri saf dışı bırakma mekanizması işler, padişahın kelle uçurma mantığı ile ihraçlar tamamlanır.

Grupta konuşturmazlar, konuşanı da bin pişman ederler. Bu isimlerin bir daha milletvekili seçilmeleri hayal olur.

İşte ülkemizin bütün sıkıntıları bu tek kişilerin yönetiminden doğmaktadır.

50 milyar dolar faiz ödenmekte, bölünce nüfusumuza bu faiz miktarını, kişi başına 1000 dolar düşmekte.

Yine kapıldık uluslararası sermayeye. Eski ismi kapitülasyon, yeni ismi yabancı sermaye. Vergisiz geçiniyor ülkemizde. LOZAN Sulh Antlaşması’nda İngiliz delegasyonundan Lord Cruzon kapitülasyonları görüşürken, İsmet Paşa’ya “bütün tekliflerimizi cebimize geri koyuyorsunuz, zaman gelecek tekrar önümüzde diz çökecek ve iade ettiğiniz teklifleri teker teker kabul edeceksiniz” der.

85 yıl geçti. Emperyalistlerin önünde diz çöktük. Yabancı sermayeyi tekrar kucaklayarak yurdumuzu sömürmesine çanak tuttuk, hala tutmaktayız. Kapitülasyonlar gitti, ismi değişerek yerine yabancı sermaye geldi.

Lozan antlaşması mı yanlıştı yoksa bugün yapılanlar mı yanlış

Vasfi NEBİOĞLU
Araştırmacı- yazar